Hasan’ın babası Müstecep , çocuğunun erkek olduğunuduyduğunda ,sevincinden bir kavak ağacına çıkmış ve belindeki beylik
tabancasıyla 17 senedir hasretini çekmiş çocuğunun şerefine 17 kere göğe ateş
etmek istemişti. Hikaye bu ya, ağacının tam tepesine çıkarken ayağı
kaymış ve yüksekçe dalların birinde takılı kalmıştı. Ama sevinç bu ya ceketine
takılan dalda sallanırken tabancasını çıkarmış ardı ardına ateş etmeye
bağırmaya başlamıştı;
- Eyy yeri göğü yaradan Rabbim, sen bana bir evlat verdin ya şükürler olsun sana.
Sıktığı 13. merminin takıldığı dala isabet etmesiyle beraber düşmeye, tabiri caizse uçmaya başlamış. Müstecep, içtiği boğma rakının da etkisiyle bu düşüşün gerçek mi yoksa hayal mi olduğunu çıkaramıyordu ki, kendi kendine “sevinçten havalara uçmak bu olsa” diyordu. Heyhat, ne salaklık !
Müstecep sert toprak üzerine düşüp öldüğünde 37 yaşındaydı. Geriye 35 yaşında dul bir kadın ve yeni doğmuş cılız bir erkek evlat bırakmıştı.
Mezberelik içinde yaşadıkları tek odalı evlerindeki sessizlik, Müstecep’in karısının ahları ve ofları ile sona ermiş, kasvetli odanın içine tebelleş olan dert Hasan’ı büyütmüştü.
“Hayat herkesin yüzüne gülmüyor elbette amma velakin Hasan’ın ki de hayat mı be” diye başlayan cümleler, kahve eşrafının, köy yerinde konuşulacak bir şey olmamasından dolayı muhabbet açabileceği yegane konu haline gelmişti. Ta ki Hasan 13 yaşına gelinceye kadar.
Hoyrat topraklarda, babasız büyümeye çalışmak önce seni terkedene karşı sitemle karışık bir sevgi sonrasında ise tanımadığı bir kişiye karşı nefret etmesine yetip artacak kadar yeterli sebeplerdi. Nefret ! Önce abdest alıp sabah namazını kıldı sonra kör baltayı alıp köy dışına çıktı. Bir kilometre ötedeki olay mahaline yaklaştı. Babasının ölümüne yol açan kavak ağacı karşısında dimdik duruyordu. Önce sarıldı ağaca, babasının kokusunu duyabilmek için. Resmini bile görmediği babasını hayal edemiyordu ama birşeyler hissediyordu ona karşı. Ama zaten hiç varolmayan birisi artık tamamen ölmeliydi ! Ya bismillah ! 13 saat sürdü ağacı devirip, kara toprağa gömmek. Elleri kan içinde, hiç ağlamayan evlat babasını öldürmüştü. O ağaç hiç varolmamış gibi sürdü toprağı, kapattı her bir dalını ve gövdesini. Son duasını etti, nasıl bilirdim diye sordu kendi kendine, bilmezdim diyemedi.
Köy kahvesinin önünden geçerken ahalinin meraklı bakışlarına maruz kalan Hasan ani bir kararla kahvenin içine girdi ve ilk şekerli kahvesini söyledi. Nasılsın diye soranlara, “öldü” dedi. Ahali elbette bu cevap karşısında, sonunda delirdi fakir deyip bir daha hiç soru sormadı. Hasanın da o saatten sonra hiç sağ ya da sol kulağı çınlamadı.
Hasan evlendi, tek göz odada yaşadı, 17 sene çocuğu olmadı, çocuğu doğduğunda ise kalp krizinden öldü.
Bilerek, isteyerek öldü.
İntikamını aldı hayattan…
- Eyy yeri göğü yaradan Rabbim, sen bana bir evlat verdin ya şükürler olsun sana.
Sıktığı 13. merminin takıldığı dala isabet etmesiyle beraber düşmeye, tabiri caizse uçmaya başlamış. Müstecep, içtiği boğma rakının da etkisiyle bu düşüşün gerçek mi yoksa hayal mi olduğunu çıkaramıyordu ki, kendi kendine “sevinçten havalara uçmak bu olsa” diyordu. Heyhat, ne salaklık !
Müstecep sert toprak üzerine düşüp öldüğünde 37 yaşındaydı. Geriye 35 yaşında dul bir kadın ve yeni doğmuş cılız bir erkek evlat bırakmıştı.
Mezberelik içinde yaşadıkları tek odalı evlerindeki sessizlik, Müstecep’in karısının ahları ve ofları ile sona ermiş, kasvetli odanın içine tebelleş olan dert Hasan’ı büyütmüştü.
“Hayat herkesin yüzüne gülmüyor elbette amma velakin Hasan’ın ki de hayat mı be” diye başlayan cümleler, kahve eşrafının, köy yerinde konuşulacak bir şey olmamasından dolayı muhabbet açabileceği yegane konu haline gelmişti. Ta ki Hasan 13 yaşına gelinceye kadar.
Hoyrat topraklarda, babasız büyümeye çalışmak önce seni terkedene karşı sitemle karışık bir sevgi sonrasında ise tanımadığı bir kişiye karşı nefret etmesine yetip artacak kadar yeterli sebeplerdi. Nefret ! Önce abdest alıp sabah namazını kıldı sonra kör baltayı alıp köy dışına çıktı. Bir kilometre ötedeki olay mahaline yaklaştı. Babasının ölümüne yol açan kavak ağacı karşısında dimdik duruyordu. Önce sarıldı ağaca, babasının kokusunu duyabilmek için. Resmini bile görmediği babasını hayal edemiyordu ama birşeyler hissediyordu ona karşı. Ama zaten hiç varolmayan birisi artık tamamen ölmeliydi ! Ya bismillah ! 13 saat sürdü ağacı devirip, kara toprağa gömmek. Elleri kan içinde, hiç ağlamayan evlat babasını öldürmüştü. O ağaç hiç varolmamış gibi sürdü toprağı, kapattı her bir dalını ve gövdesini. Son duasını etti, nasıl bilirdim diye sordu kendi kendine, bilmezdim diyemedi.
Köy kahvesinin önünden geçerken ahalinin meraklı bakışlarına maruz kalan Hasan ani bir kararla kahvenin içine girdi ve ilk şekerli kahvesini söyledi. Nasılsın diye soranlara, “öldü” dedi. Ahali elbette bu cevap karşısında, sonunda delirdi fakir deyip bir daha hiç soru sormadı. Hasanın da o saatten sonra hiç sağ ya da sol kulağı çınlamadı.
Hasan evlendi, tek göz odada yaşadı, 17 sene çocuğu olmadı, çocuğu doğduğunda ise kalp krizinden öldü.
Bilerek, isteyerek öldü.
İntikamını aldı hayattan…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder