30 Ekim 2015 Cuma

ALİ RIZA



Allah insanın aklını almadan canını alsın derdi rahmetli anneannem.

Komşumuz Ali Rıza amca vardı mesela. Emekli felsefe öğretmeniydi. Eşi Mukadder teyze ile birlikte süper sıradan bir hayatları vardı. İki oğlu vardı. İkisi de Amerika’ya yerleşmiş uzun yıllardır orada yaşıyorlardı. Sever(dim) Ali Rıza amcayı.

Bazen apartmanın girişindeki merdivenlerde otururken yanıma gelir sohbet ederdi benimle. Anlamsız gelen onlarca cümleleri bazen beni güldürürdü. Bir keresinde, sümüklü böcek ol dedi. Ne kadar biçimsiz olsan da ardında bir iz bırak, parlak, şeffaf, görünür. Ağız burun dalacaktım. Ne demek lan biçimsiz. Sen önce o Hitler bıyığına, güdük boyuna bak ta öyle konuş lan Ali Rıza diyemedim.  O sümüklü böcek lakırtısı ben de yer etmiş olacak ki, ilk kız arkadaşım olan Melis’i etkiler ümidiyle, şöyle uzaklara bakıp, sümüklü böcek ol Melis falan dedim. Yemedi kız, terk etti beni. Neyse o ayrı hikaye.

O günden sonra Ali Rıza amcayı ne zaman görsem usul usul kaçmaya başladım. Anlamadı tabi neden böyle davrandığımı. Ulan önce tuhaf tuhaf şeyler söylüyorsun, sonra anlamamı bekliyorsun. E sonra bu bünye almıyor tabi onları. Anlattığı şeyleri kulaktan kulağa oynayan on kişinin sonuncusu gibi aktarmaya çalışsam da o şeyler yarım yamalak süzgeç görevi gören beynimden tuhaf bir şekilde çıkıyordu çünkü. 

Annem de öss ye hazırlanırken, bana yardımcı olmasını istemiş bir keresinde. O da olur demiş. Peh ! Ulan benim o zamanlar tek derdim Casper gibi duvardan geçmeye çalışmaktan ibaret. Ne dersi. Allah korudu da dershaneden hiç vaktim kalmadı özel ders almaya.

73. yaşına girdiğinde yavaş yavaş bazı değişimler yaşadı Ali Rıza amca. Önce apartmanın içinde bulunan posta kutularının içine çiçek ekmeye kalktı. Babam yadırgasa da ben haklı buldum aslında Ali Rıza amcayı. Hayırsız oğulları ne arayıp ne soruyorlardı, insan hiç değilse bir mektup yazar şerefsizler ! Adam da ne yapsın bir boka yaramayan posta kutusunu değerlendirmek istemiştir diye düşündüm.

Sonra uluorta miyavlamaya başladı. Bir gün arkadaşı ile tavla oynarken, oyunun en heyecanlı yerinde miyavlamaya başlamış. Durduramamış kendini. Her gün takıldığı kahvehaneden aforoz edilmiş Ali Rıza amca.
Apartman bahçesindeki eski kiraz ağacına gündüz vakti işemesi ile apartmanda bir arbede çıktı. Komiser İdris amca silahını çekti. Babam üzerine çullandı. Ne yalan söyleyeyim ben de bir sinir oldum. O arbede de iki tekme de ben sallayayım dedim ama yapamadım. Bir daha kiraz yiyemedim o olaydan sonra, oysa ki en sevdiğim meyve idi.

Mukadder teyzenin aylık olarak müritleri ile yapmış olduğu altın gününde, kadınların arasına Mukadder Teyzenin külotlu çorabı ve sütyenini giyip oturması bardağı taşıran son damla olmuş. Sekiz tane kadın ve bir Ali Rıza. Önce bir sessizlik olmuş. Sonra çığlıklar, bir daha geri gelmeyecek çeyrek altınlar.
 
Dershaneden eve geldiğimde kapıda duran ambulansımsı araba dikkatimi çekti, sonra da iki izbandutun kolları arasındaki Ali Rıza amca belirdi. Üzüldüm lan. Tam arabaya binerken bağırdı,

-          Aliiiiiii
-          Ne var Ali Rıza amca
-          Sümülü böcek oldun mu oğlum ?
-          Hay senin sümüklü böceğine Ali Rıza amca !

Ali Rıza amca o günden sonra Deli Rıza amca olarak anılsa da, yokluğunu çok hissettim. Ne bileyim böyle her zaman görüşmek istemediğiniz ama size zararı dokunmayan insanlar vardır. Varlıkları ile yoklukları bir. Ama zararları olmadığını bilirsiniz ve kötülüklerini görmezsiniz. Arada bir belirse ve size göre saçmalasa hiçbir yeriniz eksilmez. Ha öyle , aaah ah Ali Rıza amca şimdi burada olsa da iki kelam etse hiç demedim ama yine de eksiklik eksikliktir.

Ali Rıza amca o günden sonra bir daha eve dönemedi. Arasıra Mukadder teyzeden haberlerini alıyorduk. Tımarhanede altı kişilik bir odada kalıyormuş. Çok nadir konuşuyormuş, Mukkadder teyzeyi  görünce gülüyormuş ama bir tek laf ağzından çıkmıyormuş falan filan. Sadece bir keresinden Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin bahçesindeki bir ağaca tırmanıp saatlerce miyavlaması olay olmuş. Huy çıkar can çıkmaz tabi. İtfaiye gelmiş zorla indirmişler. Tabi etrafta bir kiraz ağacı olsa ona tekrar işerdi ona eminim !

Sonraları çok düşündüm  Ali Rıza amca delirmeyi nasıl başardı diye. Çünkü bence delirebilmek çok büyük erdem. Ailenizden, sosyal çevrenizden, iş çevrenizden, hükümetten, doğadan, ikili ilişkilerinizden, kısacası çevresel ve iç dünyanızdan gördüğünüz baskılar sizi delirtmeye yetmiyorsa emin olun sorun Ali Rıza amcada değil bizde. İnsanoğlunun en büyük yeteneklerinden birisi delirmek değil, delirtmek olduğuna da eminim. Neyse. Ali Rıza amca kadar felsefe yapamasam da yıllar geçtikçe Ona olan saygım çok büyüdü.

Yaklaşık on yıl sonra felsefe mezunu bir işsiz olarak Ali Rıza amcayı ziyarete gittim. Ne hikmetse beni tanıdı.

-          Sümüklü böcek olabildin mi Ali oğlum.
-          Hay senin sümüklü böceğine Ali Rıza Amca !

25 Ağustos 2015 Salı

BMX



BMX

Alkol her kötülüğün anasıdır diye bir laf vardır ya, işte ben bunu çok erken öğrendim.

Yaz tatilinde eğer yazlığınız ve benim gibi gidecek bir yeriniz yoksa her gün rutin olarak başlıyor ve okul açılıncaya kadar aynı sıradanlıkta devam ediyor. 

Saat : 09:30 anne çemkirmesi ile kalkma. Ulan tatildeyiz tatilde bırakta birinci sınıfın yorgunluğunu bari uyuyarak atayım ama yook nerde, kalkılacak ve ekmek alınacak. Gözünü, bakkal Haydar amcanın “ne haber lan keranacı ?” sorusunu cevaplayarak açmak nedir sen bilir misin anne !?

Saat : 11:00 ev hanımı annemin temizlik ritüeline iştirak etmek. Ulan ben erkeğim erkek ! Babamı hiç televizyon tozu alırken görmedim ben ya da elektrikli süpürgeyle bilmem kaç yıllık halıyı süpürdüğünü. Hadi onu geçtim halı püsküllerini çamaşır suyu ile fırçalamak nedir ? Arkadaş, eşin, dostun komşun bırakta azıcık sarı görsün onları.

Saat : 12:30 Zorunlu öğle yemeği. Türlü varsa türlü, bamya varsa bamya. İlla sebze olacak ! Anam, canım anam çilekeş anam bak ben daha 7 yaşındayım ulan, bi köfte patates yap di mi ama yook illa içinde bilmem ne vitamini bulunan sulu zımbırtıdan yenilecek.

Saat 13:30 En sevdiğim apartman bahçesinde takılma saati. Arada bir camdan annemin beni gözetlemesi olmasa ben ne atraksiyonlar yapacağım ama insan korkuyor işte. Sonucu terlikle bitecek hiçbir olaya tahammülüm yok.

Saat 17:00 ya da 20:00 Oyun saatinin bitme saati ve eve dönüş. Neden iki saat dilimi çünkü annemin moduna göre ya ikindi ezanı ya da akşam ezanına denk gelen geri dönüş çemkirmeleri onlara göre ayarlanmış. Hoca Allahu Ekber der demez kurulu saat gibi Haaaassaaaannnnnn ! Ne var ne ! Bok var Hasan Hasan Hasan. Yüce Rabbim günah yazmasa kaldırtacağım ezanları ama işte neyse.

Bundan sonrası ise televizyon, anne baba kavgası seyretme, komşular misafirliğe gelirse karne gösterme seansları, “aaa takdir alamadın mı ?” sorusuna veremediğim nadide cevaplar. Ulan hoca taktı bana taktı 4 sene daha bir başarı beklemeyin. “Büyüyünce ne olacaksın?”  sorusuna verdiğim her misafire göre cevaplar. Mesela doktor komşumuza doktor, öğretmen komşumuza öğretmen, işsiz komşumuza, senin gibi boş gezen olacağım diyordum ama bu en son söylediğimin sonucu, misafir kapıdan çıkar çıkmaz babamın kahkahalarla gülmesine annemin kulak mememe nadide tırnakları ile bir delik açması olunca bir daha demedim.

Hayat rutindi işte.

Ne diyordum, alkol her kötülüğün anasıdır.

Bir gün saat 14:30 civarında yine bahçede bilimsel deneylerimden birini yaparken (ufak not : arıyı iple bağlayıp evcilleştirilebilme güdüsü var mı diye kontrol ediyordum ama sokuyor şerefsiz denemeyin) Yavuz bahçe kapısında belirdi.

Yavuz benim hem en iyi, hem en kötü arkadaşım, hem çok iyi bir sırdaşım hem de hiçbir sırrımı vermeyeceğim dostum. Ama iyi çocuktur. Bana bir kere biriktirdiğim Voltran kartlarından eksik olan aslanı vermişti. 

-          Naber Haso ?
-          İyidir Maykıl sende ne var ne bok ?
-          Canım çok sıkkın.
-          Nooldu lan ?
-          Hakanı gördün mü ?
-          Yoo
-          Babası bmx almış.

Beynimden vurulmuşa döndüm ! Hakan bizim can düşmanımız. Sınıfta Ezgi’ye aşık olduğunu aramızda ilk söyleyebilen şerefsiz. Her türlü piçlik var bunda. Adam dövme bunda, jöle sürmek bunda, okula yakasız gelmek bunda, teneke kutu ile futbol maçı yaptığımızda pis burun ile gol atmak bunda, ulan teknik oyna azıcık biz de biliyoruz öyle vurmayı ama ayakkabıya kıyamıyoruz, üstüne üstlük Ezginin buna meyillenmesine ne demeli ! Nefret ediyoruz öyle böyle değil a dostlar.

İnanmak istemesem de Hakan adisi bisikleti ile tam o sırada geçmez mi. Nasıl güzel bir şey nasıl mavi nasıl bişey nası bişey Allahsız.

Oturduk bahçenin köşesine götümüze baka baka. Adam hem başarılı hem şerefsiz hem şanslı hem her bişey. Lanet ediyoruz kaderimize. 

Yavuz çaktırmadan;
 
-          Annen camda mı ? diye sordu.
-          Sanane lan annemden
-          Oğlum bakıyor mu bize bişey getirdim onu göstereceğim
-          Haa dur, bakmıyor.
-          Gel benimle

Arka bahçeye doğru koşar adımlarla ilerledik. Eski kuyunun arkasında çalılık, gölge bir yere kurulduk. Şimdi apartmandan bizi kimsenin görmesine imkan yoktu.

-          Ne getirdin lan ?
-          Bira
Ahanda !
-          Oğlum ben içmem onu anlarlarsa gebertirler beni
-          Karı mısın lan sen
-          Anlarlarsa anlasınlar, buzdolabından arakladım, üzgünüz oğlum. Hem senin baban üzgün olduğunda içmiyor  mu ?
-          Yok benim babam, her zaman içiyor. Üzülse de sevinse de yani bir öyle belli bir nedeni yok içmesi için.
-          Lan oğlum Hakan diyorum, nefret ettiğimiz can düşmanımız bize bu acıları tattırıyor, biz bir şey yapamıyoruz bıraksınlar da bari biraz acımız hafiflesin.

Saatime baktım, ikindiye çok var.

-          Tamam lan.

15 dakikada birer birayı sıra ile kafamıza dike dike içtik. Sonraki Birkaç saat ikimizde de yok. Kesit kesit hatırladıklarım.

Ben /Apartmana giren doktor komşuya : Nıbır lın dıktır komşu, doktor olmuşsun ama adam olamamışsın adam, geşen gün çiçeklere gece sen mi işedin lan laaaaaaaannnnn. Sensin lan o ! ne dedi lan Yavuz bu bana.

Yavuz / Bakkal Haydar amcaya : o ekmekler bi daha bayat olsun senin ……..vurma lan.

Yavuz / apartmana giren tanımadığım teyzeye : buban doğurmuş teyze seni, sakalın var valla. Sensin be terbiyesiz. Sen git. 

Maalesef Ben / Ezgilerin apartmanının önü : Ezginin annesssiiiiiiii, Ezginin annnesiiiiiii, kızına sahip çıkkkk ulaaannn. Bak söylüyorum o kız Hıkına kaçarsa çık üsülürsüüoon. Haaaa öyle miiii sen de kızın gibisin hepiniz aynısınız, sen gir lan içeri kocan gelsin.

Yavuz ve Ben / Hakanın yolunu kesip Hakan’ a gücümüz yetmediğinden bisiklete : uuulannn senn bu itin mi olacaktın ! şerefsiz bmx adi hayvan. Makineleşmeyin lannn. Ne vuruyon lan lannn.

Maalesef yine ben annemin alışveriş yaptığı manav Ali amcaya : Ömmrümü yediniz ulan, o kabaklar senin sgdjkskal. Söylersen söyle lan  !

Maalesef yine ben / Girişteki merdivenleri çıkamayınca Apartman yöneticisi hacı amcaya : sıkalına sıçimm senin yöneticiiiiii, girişe yürüyen mirdivin yapmış , paralarımızı harcıyon laaannnn, o paraları babam nasıl kazanıyor laaannnn (bundan sonra ufak çaplı ağlama krizi ve Ezgiiiiiiiii haykırışı)

En son annemin beni soğuk su ile yıkadığını hatırlıyorum. 

Eve gelen şikayetler ,herkesten özür dileme seansları annemin aklına olay geldikçe beni hırpalaması, babamın, bizim çocuk olmadı yapamadık demeleri. Okul açılıncaya dışarıya çıkmama cezası.

Olay büyük olay. 1 ay boyunca hani dar bir kazağı boynunuzdan çıkartırken kulaklarınız yanar ya hah onun gibi içim,yüzüm,bedenim yana yana gezdim.

Yavuz’un durumu ise içler acısı, babası kaportacıya vereceğim seni dedi diye 1 hafta ağlamış. (bana babam öyle bir şey dese ağlama numarası yaparım kıyamaz bana.) Benden uzaklaşsın diye 1 ay babannelerinin yanına Yozgat’a gönderdiler. Bok bulurmuş orda birayı.

Okul açılınca asıl sorunlarla karşılacaktık ya neyse o da başka hikaye.

Bira içmeyin lan kötü bişey.

21 Mayıs 2015 Perşembe

Otobüs



Üniversite yıllarında güzel arkadaşlıklar kurduysa insan, ister istemez, arkadaşlarını özlüyor. 3 aylık yaz tatilinde onları görmek istiyor. Aslında o kadar yaz anısı birikmemesine rağmen, geyik yapma olasılığı bile, insanın yüzünde bir gülümsemeye yol açıyor.

Annemden tırtıkladığım harçlıklarla, Dandik Turdan bir otobüs bileti alınıyor. Gece 1 otobüsü ile Esenler Otogardan Ankara yoluna akılacak. Yolda uyuyup dinlenilecek sabah ise pür neşe arkadaşlar ile Ankara Otogarında buluşulacak.

Plan net. Hedef ve yapılacaklar belli.

Dandik Turun sayın yolcuları için son anons yapıldıktan sonra, yavaştan oturduğum yerden kalkıyorum.

Arkamdan bir ses ;

-          Ooğğğğlummmmm

Ardamı döndüğümde yaşlı bir teyzenin yanında, ölmüş ancak, yürüyebilen, hah şimdi sıçtın edasıyla gözleri ile beni dikizleyebilen  bir amca duruyor.

-          Deden sana emanet !

Teyzecim koca otobüste cenaze levazımatçısı olarak beni mi buldun, ya da tuvalet eğitimi var mı bu amcanın diyemiyorum tabi. Kibar bir ses tonu ile “sen merak etme teyzeciğim” diyorum. Arada sırada yere tükürdüğümü, üniversiteye giderken bindiğim otobüslerde ancak son duraktan bir önceki durakta yaşlı ya da bir bayana yerimi verdiğimi saymazsak sonuçta kibar bir gencim ben. Kafamda yüz kişinin yolculuk ettiği otobüste ölmüş amcayla yan yana oturma ihtimalini hesaplayıp, nasıl olsa denk gelmez dediğimi teyzeye söylemiyorum bile. 

Amcanın koluna giriyorum. Beraber otobüse biniyoruz. Koridor 14D. Amcayı yerine oturtuyorum, yanındaki bir diğer orta yaşlı amcaya da, “amcam bu sana emanet” diyorum. Biletime bakıyorum koridor 14B ! Bingooooo. Amca ile yan yana sayılırız ! Allah’ın sopası yok.

 Cam kenarı 14A da oturan abinin yüzüne bakmıyorum. Selamünaleykümümü verip oturuyorum.

-          Ve aleeeeykümeeesssselam.

Allahım bu ses ! Derinden, tok, davudi,kıro,tuhaf… böyle sürer gider. Ama hükmedici. 

Yüzüne bakma gafletinde bulunuyorum. Koca bir ben, koca dediysem İzzet Altınmeşe’nin beninden de büyük, öyle büyük. Sol gözünden ağzına doğru uzanan derin bir yara izi. Pala bir bıyık. İri bir cüsse. Yani muhtemelen diğer mahkumları korkutmasın diye cezaevinden salıverilmiş ya da babacım bu sıfat zaten sana en büyük ceza o nedenle önce öldürüp sonra yediğin insanları sana helal ediyoruz sen bir zahmet mahkemeye de çıkmadan buralardan göç eyle denmiş biri.

Sağımda canlı cenaze, solumda katilim.

Dandik Turun dandik şoförü nihayet otobüsü hareket ettiriyor. Tüm bu kabustan kurtulmak için uyuma numarası yapmak en iyisi deyip koltuğu yatırmaya çalışıyorum. III ıhh yatmıyor, ha gayret bir daha, yok olmuyor. Koltukta bir sorun mu var diye arkamı dönüyorum. Ağzımda bir ayak.

Bu sefer de ,Türkiye erkek boy ortalamasının 1 metre 68 santim olduğunu düşünürsek arkamda bir Kaarem Abdul Jabbar’ın oturma olasılığının ne kadar düşük olduğunu hesaplamaya çalışıyorum. Abicim seni annen baban küçükken ne ile besledi ? Zavallı annen seni nasıl doğurabildi ? (Muhtemelen parça parça) Allah beni nasıl bir sınavla sınıyor ? Kafamda deli sorular.

Resmen Bermuda Şeytan Üçgeninin tam ortasındayım. 

Yinede gözlerimi kapıyorum.

Solumdaki abi, ona göre hafifçe, bana göre köylerde, hayırsever akrabaların gerdek odasına giren damadın sırtına vuruş şiddetiyle beni dürtüyor
.
-          İsim ?
İsim mi ? Çok güzel bir tanışma şekli.  GBT mi mi alacaksın diyemiyorum  tabi.
-          Ali
-          Benimki de Ali. Adaşız yani.

Abicim bu tespitin inan bugüne kadar yapılmış en büyük tespit, bunu anlamış olman ise Cenab-ı Hakkın mucizelerinden biri belki, diyemiyorum tabi. Diyemediklerimin katsayısı artıyor. (Buarada İstatistik okuduğumu söylemiş miydim ?)

-          Ankara’ya mı ?
-          Kafamda ; Yok Ali abi, ben Tekirdağ’a gideceğim ama önce Kocaeli’nden pişmaniye, Sapanca’dan alabalık, Bolu’dan da dağ havası alıp geri döneceğim. Tekirdağ’daki akrabalara eli boş gidilmez tabiî ki. Gerçekte ; evet abi.
-          Yol uzun, böyle boş boş oturulmaz, yak bir sigara.
-          Yok abi ben kullanmıyorum.
-          Yak lan !
-          Tamam.

Bu “tamam” öyle naif, öyle cılız bir şekilde ağzımdan çıkıyor ki, eminim annemin bir soru cümlesine böyle “tamam” demediğimi anlıyorum
.
Hayatımdaki ilk sigara;  uzun Samsun. Samsundan nefret ediyorum. Gidene kadar üç paket içiyoruz Ali abimle, canım abim. 

Ali abi, sözüm ona tekstil işiyle uğraşıyormuş. Yemiyorum. 

Gidene kadar anlatıyor da anlatıyor. O anlatıyor ben dinliyorum ben anlatamıyorum O da zaten dinlemek istemiyor.

Yıllar sonra askerlikte, acemi birliğinde hiç zorlanmıyorum. Emir komuta zincirinin nasıl çalıştığının bütün inceliklerini Ali abimden öğreniyorum.

-          Sevgilin var mı ?

Hoppalaaa. Şimdi ne güzel sen emir veriyordun ben tamam diyordum, sen anlatıyordun ben haklısın diyordum. Oldu mu ucu açık soru ! Şimdi sana İpek’ten nasıl bahsedeyim. Onun beline kadar uzanan sarı saçlarını, masmavi gözlerini, bana baktığında televizyon karşısında reklam izlerken dalıp giden bir bebek kıvamına geldiğimi nasıl anlatayım. Ona o kadar değer verirken geçen gün kara kuru bir herifle gezerken gördüğümü, aslında her sözüne nasıl hıyar gibi kandığımı, kıçıma tekmeyi bastığını nasıl anlatayım. Hala Onu sevdiğimi, vazgeçemediğimi, aslında dünyada benim onu sevdiğim kadar başka birinin olamayacağını ama bunu onun anlayamadığı nasıl ifade edebilirdim.

-          Yok Ali abi. Bir sigara daha verebilir misin.

Benim renksiz, kişiliksiz, sevgisiz andavalın biri olduğuma karar verecek olacak ki Ali abi başka soru sormuyor. Gözlerini kapıyor.

Fırsattan istifade edip ben de gözlerimi kapıyorum.

-          Çişim geldi.
-          Hı ?
-          Sana diyorum çişim geldi.
Dedeciğim sen daha ölmedin mi ya ! Ne çişi şimdi.

Muavine soruyorum, on beş dakika sonra mola yerine varacağız deyince rahatlıyorum. Canım dedemin yanına gidip  az daha dişini sıkmasını söylüyorum.

Nihayet Bolu, nihayet mola !

-          Hadi çişe.
-          Yok Ali abi sen git benim çişim yok.
-          Gel lan !
-          Tamam
-          Dedeyi de alalım.

Ben, ölmüş dedem ve katilim pisuvardayız. Çişimi yapamıyorum bir türlü. Öyle soğuk duvara bakıp bekliyorum. Aslında haklı Ali abi diyorum, insan çişini tutmamalı, sonuçta beni düşünüyor. Resmen Stockholm Sendromu yaşıyorum. Ali abi ne derse haklı. Bir katil kolay yetişmiyor laaaannnn diye bağırmak istiyorum.

Ali abi kallavi bir masa kuruyor bana. Sabah 5 te içli şehriyeli çorba, içli köfte, mumbar dolması ve künefe yiyoruz. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.

Dedeyi de alıp ebedi istirahatgahımıza geri dönüyoruz.

Yol bitiyor dede ölmüyor, Ali abi bestfriendim oluyor. 

Otobüsten iniyoruz , Ali abi telefonunu yazıp bana veriyor. Mutlaka ara, bir derdin olursa diyor. Sarılıp öpüşüp yanımdan ayrılıyor. Cenazeyi, karşılayanlara teslim ediyorum. 

Ankara’da Ali abiyle karşılaşma korkusu yüzünden otogardan ayrılmadan ilk otobüsle İstanbul’a dönüyorum. Ankara’dan nefret ediyorum.

Yol boyunca arayanı…… diyorum.