8 Mart 2015 Pazar

Sadık



Belden yukarım camın dışında, rüzgar azıcık essin diye bekliyorum. Üstümde, pikniklerde giyilen atletim, altımda boğazın serin sularına atlarken giyilsin diye yaratılan beyaz slip donum, elimde dumanını her üflediğimde havanın neminde takılı kalan sigaram, karşımda ise geçen sene başımıza tebelleş olan bakkal kan emici Sadık’ın dükkan manzarası. 

İstanbul’da öğrenci olmak zor, temmuz sıcağında yaz okuluna kalmak ise boktan bir durum bir de aynı daireyi iki andavalla paylaşmak ise, o la la canım.

-          Ali, bira var mı lan ?
-          Yok abi ne birası.
-          Alalım Sadık şerefsizinden iki bira o zaman.
-          Veresiyeyi bırakmış abi
-          Nasıl ?
-          Siktir etti abi beni dün Sadık leşçisi, bir daha bize veresiye vermeyecekmiş.
-          Oğlum bizi bilmiyor mu lan bu kaç zamandır ondan alışveriş yapıyoruz, hiç borç takmış mıyız ?
-          Abi ben bilmem sen onunla konuşursun.
-          Konuşacağım elbet.
Ben Malatya’dan astronomi ve uzay filmleri, Ali Kayseriden çizik mühendisliği, İdris ise Trabzondan elenktrik elenktronik mühendisliği okumak için İstanbul’a gelmiştik. Sadık şerefsizi ise zengin olmak için !
-          Selamunyküm Sadık abi.
-          Veresiye yok Mahmut.
-          Abi biz sana borç falan mı taktıkta direk böyle girdin abi.
-          Ne diyon lan sen taktık maktık ? çık git dükkanımdan.

Sadık şerefsizi bizden olsa olsa beş yaş büyüktü ama ses tonu ve heybeti nedeniyle “çık git dükkanımdan” emir cümlesine karşı gelmek anlamsızdı, şöyle ağız burun girişeyim olayını maçam yemedi yani. Mabadıma baka baka eve gittim. Ama hani çok sevdiğiniz bir yemeği yerken “hart” diye yanağınızı ya da dilinizi ısırırsınız da çok acı verir ya, hah işte Sadık şerefsizi de bana yanağımı ansızın ısırmışım hissini yaşattı. Canımı acıttı. Ve bu hiç hoşuma gitmedi !

-          Mahmut kaptın mı biraları ?
-          Yok oğlum ne birası, herif beni de siktir etti dükkandan.

Hayatımdaki aksiyon eksikliği nedeniyle, bünyem de az da olsa bir rahatlama hissetmiştim ama adrenalin kanına bir girdi mi daha fazlasını istiyor insan. Bitim kanlanmıştı resmen. Sadık’la da artık görülecek bir hesabımız vardı sonuçta.

-          Bu böyle olmaz ağalar, bu Sadık’a iyi bir ders vermeliyiz, canını acıtmalıyız.
Ben bunu söyledikten sonra, İdris’le, Ali’nin gözleri parladı. İdris ;
-          Dükkanını taşlayalım, ya da gece kuytu bir köşede kıstırıp ağzını burnunu kıralım, ya da kaçırıp bir güzel şehir dışına bırakalım.
-          Köpek ya da kedi mi bırakıyorsun lan bu nasıl zarar vermek ! Daha başka bir şey yapmamız lazım, böyle sevdiklerine zarar verelim ama bu şerefsizin sevdiği biri de yok ki kardeşim, tüm akrabaları köyde bu da bir başına yaşıyor hah buldum ! Habil ile Kabil’i kaçıracağız !

Habil ile Kabil, Sadık şerefsizinin bu dünyada sevdiği yegane yaratıklar. Bakkalın bir köşesinde beslediği su kaplumbağaları. Onlardan başkasına iyi davrandığını gören duyan yok. 

-          E nasıl kaçıracağız ?
-          Orası kolay, bu adam dükkanı her gün kaçta kapatıyor ?
-          Dokuzda.
-          Hava kaçta kararıyor ?
-          On gibi.
-          E tamam işte biz de saat 10 dan sonra bir keski ile gidip dükkanın kepengini tutan kiliti keser, ki bu Sadık şerefsizi masraf olmasın diye sağlam bir kilit almamıştır kesin, sonrasında içeri süzülürüz. Biliyoruz ki dükkanda kamera falan yok. Sadık her akşam Z raporundan sonra paraları alıp cebine atıp evine gidiyor yani çalacağımız para da yok. Ki para da olsa biz hırsız mıyız lan ! Habil’le Kabil’i kapıp hemen kaçarız. Var mısınız ?
-          Varız !

Bugüne kadar bir iki ufak olay dışında suç işlememiştik biz. Ama suç işleyecek olmanın vermiş olduğu duygu tarif edilemez bir şeydi. Aslında suça meyillidir herkes, ben mesela, ilk hırsızlık olayımı ilkokul sıralarında büyük bir marketin çikolata reyonundan bir tane karamelli, fıstıklı çikolata çalarak yapmıştım, heyecandan ve suçluluk duygusundan sonra o çikolatayı yiyemeyip çöpe atmıştım ama olsun, suça meyilliydim sonuçta.
Saat ondan sonra Sadık şerefsizinin dükkanını patlatacaktık ama planın bazı ince detaylarının düşünülmesi gerekiyordu. Örneğin bakkalın önünde bir futbol sahasını aydınlatacak kuvvette bir elektrik lambası vardı. Sanki şerefsiz belediye karar almış, ülkede ne kadar elektrik lambası varsa onlardan azar azar kısalım bütün aydınlatma gücünü Sadık şerefsizinin dükkanının önüne verelim demişti. Sadık’ın belediye ile aralarında gizli bir ittifak vardı orası kesin. Lambayı halletmek kolay işti, onu İdris becerecekti, sonuçta elenktirik elenktronik mühendisliği okuyordu, onun için ne kadar zor olabilir di ki.

İdris saat on ikide evden çıkacaktı biz de Ali ile sırasıyla bir ve bir buçukta. Aynı evden aynı anda çıkıp karşı dükkana yürürsek çok dikkat çekeceğimizi biliyorduk, üstelik kılık değiştirmemiz ve tanınmamamız gerekiyordu. İdris on ikide evden çıktığında önce bir kısa tur atacak bire çeyrek kala dükkanın önündeki lambayı öldürecekti. Sonra Ali evden çıkıp saat bir çeyrekte dükkanın önünde İdris ile buluşacak ben de on beş dakika sonra yani bir buçukta yanlarına damlayacaktım. Hepimiz başımıza kadın çorabı geçirecektik, el izi bırakmamak için ise eczaneden aldığımız ameliyat eldivenlerimiz vardı. Neme lazım bu Sadık şerefsizi olaydan sonra kesin parmak izi araştırması yaptırırdı, tedbirli olmalıydık.

Saatlerimizi kurup hepimiz odalarımıza geçildik. Evde resmen ölüm sessizliği vardı ve ben elbette heyecandan uyuyamadım. Tam dalacakken evin kapısının kapandığını duydum, demek ki saat on iki olmuştu ve İdris çıkmıştı. Heyecan tavan yapmış kalbim güm güm atıyordu. Bir şeye başlamadan önce insan daha heyecanlı oluyor icraat gerçekleşirken ise heyecanı azalıp işe konsantre oluyor. Örneğin topluluk karşısında konuşmak gibi. O topluluğun karşısında sıçma ihtimali sizi öncesinde yer bitirir, heyecanlanırsınız, eliniz ayağınız buz keser ta ki o kürsüye çıkıncaya kadar. Önce bir iki cümle çıkar ağzınızdan sonrası ise gaz ve toz bulutu. Ben bunları düşünürken kapı bir defa daha kapandı. Saat demek ki bir olmuştu ve Ali dışarı çıkmıştı. Şimdi sıra bendeydi. Önce perdeyi açmadan Sadık şerefsizinin dükkanına doğru baktım, ortam zifiri karanlıktı, İdris lambayı öldürmüştü yani. Önce aldığım kadın çorabı ile ameliyat eldivenlerini cebime tıkıştırdım, sonra saatimi kontrol ettim ve tam zamanında evden çıktım. Allahım çok sıcak.

Dükkana geldiğimde Aliyi tanıdım ama yanındaki karartı bana hiç tanıdık gelmiyordu. Biran yakalandık sandım. Sonra o karartının İdris olduğunu anladım. İdris salağı yazın 40 derece sıcağında tanınmamak için siyah deri pantolon, siyah boğazlı kazak, siyah deri eldiven ve siyah kar maskesi takmıştı. Ali ise kadın çorabını ve ameliyat eldivenlerini takmış, üstünde beyaz t-shirtü, altında akşamları bisiklet kullandığında arabalar tarafından fark edilsin diye giydiği fosforlu şortu ile arz-ı endam ediyordu. Fosforlu lan ! İki gerizekalı ile soyguna gelmiştim. Neyse umudu kaybetmemek gerekiyordu.

-          İdris bu ne hal gerizekalı, öleceksin sıcaktan !
-          Heheh abi süper olmuş di mi, kimse beni böyle tanıyamaz.
-          Ben de tanımadım gerizekalı ben de.
-          Alicim sana hiçbir şey demiyorum, lamba gitmiş ama maşallah sen fosforlu donunla hepimizi aydınlatıyorsun !
-          Abi ben başka giyilecek bir şey bulamadım da
-          Tamam lan tamam sessiz olun şimdi.

Usulca bakkalın bahçesine adımımızı attık. Önce sağı solu kolaçan edip İdris’in getirdiği keskiyi elime aldım. Tahmin ettiğim gibi tüm kepengi tek bir ucuz kilit tutuyordu. İşimiz gayet kolaydı. Tam kilidi kesmek için elime aldım ki kilit açıktı. Sadık şerefsizi kilidi kapatamadan evine yollanmıştı. E bu da bizim için büyük şanstı hani. Hiç vakit kaybetmeden işimizi bitirebilecektik. Sessizce kilidi yerinden çıkartıp kepenge bir el attım. Azıcık gürültü çıkarsa da içeri girebileceğimiz kadar aralık yapıp bakkala süzüldük sonra da kepengi üzerimize kapadık. Neme lazım işgüzarın biri dükkanın önünden geçer de Sadık şerefsizine haber verebilirdi.

Dükkanın içindeydik artık ve Habil ile Kabil gözümüzün önündeydi. Hiçbir şeye dokunmadan direk kaplumbağaları elime aldım. Şerefsizler ne de güzeller. Aslında onları yerlerinden yurtlarından etmek istemezdim ama babaları olacak o adama iyi bir ders vermemiz gerekiyordu. Bir an aslında dükkanın içinde çalınacak birçok şey olduğunu fark ettim ama buna cesaret edemedim. Aslında cesaret ettim ama o kadar da kötü bir adam olmadığımı kendi kendime defalarca tekrar ettim ve başka bir şey çalmamaya kadar verdim. İdris ile Ali de öyle düşünmüş olacak ki başka bir şey çalmayı onlar da teklif etmediler.

Benle Ali’nin durumu fena değildi ama İdris terden baygınlık geçirecek gibiydi. Hemen dışarı çıkmalıydık.
Tam kepenge yöneldik ki , dükkanın içindeki küçük odadan bir karartı üzerimize doğru gelmeye başladı. Hooppp, laann, nooluyo demeye kalmadan İdris adamın üzerine atladı. Ağzını burnunu kapamaya çalışıyor, birlikte yerde kilit olmuş bir vaziyette duruyorlardı. O an yapılacak en salakça şeyi yapıp dükkanın ışığını açtım.

Yerde çırılçıplak bir adamla sarmaş dolaş kilit vaziyette yatan deri pantolonlu İdris ve başlarında iki kadın çorabı geçirilmiş onlara bakan iki zibidi. Muhteşem bir manzara. Acaip bir fantezi.
İdris adamın yüzünü bize doğru çevirdi, Necip amca !

Necip amca bizim mahalleden tanıdığımız dünyanın en iyi amcası. İskiden emekli, eşi yıllar önce ölmüş. Ne çocuğu var ne akrabası. Garibim kıt kanaat geçinen birisi  ama dünya iyisi. Bize geçen bayram elini öptük diye para bile vermişti. Ha ona para denemez ama öğrencilik işte ne kaparsan kar.

-          Necip amca senin ne işin var burada ?
-          Lan deri pantolonlu yavaşça bırak adamı. Burada keskin zekamı konuşturup İdris’in ismini vermedim. Maazallah Necip amca iyidir hoştur da ya bizi polise şikayet ederse, o zaman sıçtığımızın resmidir.
-          Mahmut ben bırakıyorum da adam beni bırakmıyor !
-          Allah belanı versin İdris.
-          Necip amca biziz  biz ben Mahmut, bu da İdris ve sen niye çırılçıplaksın yaa.
-          Çocuklar ne oluyor ödümü koparttınız.
-          Senin mi bizim mi Necip amca ya.
-          Ali ışığı kapa hemen, çıkartın lan maskeleri.

İşin eğrisini doğrusunu Necip amcaya giyinikken anlattık. O da bize kızmadı Allahtan.Bir an hak verdi ama yaptığımızın doğru bir şey olmadığını defalarca tekrar etti. Sadık şerefsizinin geçen ay amcasının öldüğünü o yüzden moralinin çok bozuk olduğunu anlattı. Babası öldükten sonra amcası bakmış Sadık’a. O yüzden çok sarsmış amcasının ölümü O’nu. Acıdık lan bir an, alamadık Habil ile Kabil’i. Eee biz de taş kalpli insanlar değiliz hani. Necip amcaya da aslında iş veriyormuş Sadık, sabaha kadar dükkana baksın diye. Necip amca da malum çöl sıcakları nedeniyle dükkanın içinde anadan üryan sabaha kadar takılıyormuş. İçeride çalınacak bir şey olmaması nedeniyle de Sadık kilidi tam kapamaya da gerek duymuyormuş. Hem içerde Necip amca var.

Neyse, Necip amcadan bu olayı unutmasını isteyip eve doğru yola koyulduk. Saati dört etmiştik şaka maka ve bu kadar adrenalin hepimize yetmişti. Aslında mutluyduk, mutsuz bir adamın hayatına bir mutsuzluk ögesi de eklemediğimiz için. Sonuçta iyi insanlardık. Maskelerimizi cebimize koyduk İstanbul’un bok gibi nemli havasından derin bir nefes aldık.

-          İdris al şu parayı, aşağıdaki büfeden üç bira kap gel. Dur dur vazgeçtim ben alırım siz eve gidin.

4 Mart 2015 Çarşamba

Maç



Acil serviste 7 kişi. Yok, öyle hepimiz aynı otobüsle seyahat ederken kaza falan geçirmedik, bilakis, bizzat isteyerek bilerek birbirimizin ağzını yüzünü kırdık. Çok temiz dövdük birbirimizi yok düzeltiyorum çok pis dövdük. Erkek milleti kindar değil demesin kimse bana bundan sonra, yok bir sorunumuz olunca hemen yüzyüze halledermişiz, iki konuşur üç küfredip sorunumuzu çözermişiz, erkek adam kankasıyla bozuşmazmış. Nah !
Ne olduysa haftalık rutin olarak yaptığımız Çarşamba halı saha maçlarından birinde oldu işte. Altışardan düzenli olarak bizim iki mahalle aşağıda bulunan “Küçük Çırçırspor Halısaha Dinlenme Turizm Yemek İşleri Tercümanlık Ltd. Şti.” tesislerine maç yapmaya gideriz biz. Saatimiz hep aynı 22:00-23:00. Oynayanların hepsi bizim mahalleden, yıllardır birlikte takıldığımız arkadaşlarımız, yani o kadar samimi olmasakta kimisi birbirinin kankası kimisi öylesine arkadaşı işte. Neyse başladık maça, on dördüncü dakikada Hasan, karşı takımdan Ali’ye sert bir faul yaptı çocuğun dizi patladı, bağırıyor, inim inim inliyor yerde. Maç durdu haliyle. Ben Ali’nin başında kabir sineği gibi duruyorum yapacak bir şeyim yok, yanımızda getirdiğimiz tentürdiyot sürülecek maça devam edilecek bu bir kural. Sonra orta sahada Yakup’a gözüm takıldı, Mehmet’in üstüne oturmuş kolunu ısırıyor. Yakup içimizdeki en iri kıyım ama hayatında kavga nedir bilmez. Mehmet’in ise gıkı çıkmıyor, bir tuhaf yani. Lan ne oluyor orda diye onlara doğru koşmaya başladım, tam koşarken 45 numara çivili halısaha kramponu yüzümde patladı, gerisini hatırlamıyorum. Gözümü açtığımda halısahanın ortasında yatıyordum.  Tek gözümle gördüğüm Osman ile Mahmut’un birbirlerine senkronize olarak hem küfredip  hem de sağlı sollu girişmeleri oldu. Ayağa kalkıp kramponun sahibini aramaya başladım ve buldum, Şahin ! Şahin’in neyseki arkası bana dönüktü yoksa aynen kafasına kramponu geçiremezdim !
Acil serviste 7 andaval. Yanyana oturmuşuz. Çıt çıkmıyor. Karşıdan doktor göründü, bizi sırayla içeri alacağını söyledi. Kafalarımız önde. Süt dökmüş kedi gibiyiz maşallah. Yarım saat önceki fight clubtan eser yok.
-          Ali iyi misin lan ?
-          İyiyim abi, yarılmış dizim sadece, heralde iki dikiş atarlar.
-          Hasan’ı sen mi dövdün ?
-          Yok abi ben dövmedim.
-          E bunun koluna ne oldu ?
-          Samet kırdı abi.
-          Niye lan ?
-          Abi, Samet aslında Hasan’ın en iyi arkadaşı. Bunlar küçüklükten beri aynı sınıftalar. Hasan ne kadar sosyal bir insan olduysa Samet’te bir o kadar çekingen ve içine kapanık biri haline geldi büyüyünce. Hasan’ın birçok kız arkadaşı oldu ama Samet bugüne kadar dişi sinekle bile konuşmuş değil. Şimdi ne alaka diyeceksin. Herşey ilkokula dayanıyor. İlkokulda Samet’in aşık olduğu bir kız varmış, en masumanesinden. Samet kızın gözüne girebilmek için taklalar atar bin şaklabanlıklar yaparmış, bir beden eğitimi dersinde herkesin içinde Hasan, Samet’in eşofman altını aşağıya indirip anneciğinin aldığı kalpli donu o kız dahil herkes görmesine neden olunca herkesin dalga konusu olmuş. Utancına bir hafta okula gidememiş. Yani asosyalliğinin ve şuanki durumunun asıl sorumlusu olan kişi Hasan’dan, vay sen çok sert faul yaptın Ali’ye bahanesiyle intikamını almış oldu.

-          Ulan ne iş ya , insan bunca yıl bunun intikamı için bekler mi ?
-          Bilmiyorum abi ben de anlamadım.
-          E bu Yakup niye Mehmet’in üstüne oturmuş kolunu ısırıyordu ?
-          Abi Yakup geçen hafta apartman boşluğunda Mehmet’in abisi ile ablasını yiyişirken görmüş. Garibimin anne babası yok biliyorsun bir ablası var, ona da ses çıkaramamış ama içi içini yemiş ya evlenir de beni terk ederse diye. Mehmet’te karşı takımdan olunca ufak bir kıvılcım yetti tabi. Çocuğu hem ısırıyordu hem de şerefsiz abine söyle ablamdan uzak dursun diye bağırıyordu. Zaten ondan sonra kaçtı evine heralde hastaneye gelirken görmedim. Mehmet’e yazık oldu ama.
-          E bu Osmanla Mahmut ? Gözlere bak, birinin sağ diğerinin sol morarmış hahaha.
-          Abi sus onların olay trajikomik. Bunlar amca çocukları biliyorsun. Bunların anaları doğdukları günden itibaren birbirleriyle yarıştırır bunları. Aralarındaki rekabet yıllardır devam ediyor. Geçen hafta bu Mahmut gitmiş bir kız kaçırmış, Osman’ın anası da tutturmuş sen de kaçıracaksın diye.
-          Haydaaaaa
-          Abi Osman gay buarada.
-          Anladım kardeşim yeter şiştim ben.
Ben olayların şokunu atlatamamışken, patlak kafalı Şahin usuldan yanıma yaklaştı.
-          Abi sen öyle üzerime doğru koşunca ben de bana saldıracaksın diye korktum
-          Oğlum ben sana neden saldırayım ! Yakupla Mehmet’i gördüm onları ayırmak için koştum.
-          Abi tamam da ben onu sonradan anladım işte , bir de senin arabayı ben çizdim abi geçen, onu anladın da saldırıyorsun sandım.
-          Ulan şerefsiz o sen miydin !
-          Abi benim geçen akşam kafam çok iyidi, bakkal Yasin’in arabası sandım ben onu, geçen veresiye sigara vermedi bana da o yüzden şeyettim.
-          Allah belanı versin Şahin, ulan nasıl bir hayvanat bahçesine düştüm ben !
-          Oğuz sana ne oldu lan ? Yedek değil miydin sen ?
-          Halısaha görevlisi dövdü abi, kavga ederken çimlere zarar vermişsiniz bana patladı, dişimi kırmayaydı iyiydi.
-          İyi olmuş.